Pazar, Ocak 28, 2007

Küçük Prens


Eğer size B 612 ile ilgili ayrıntıları anlatıp numarasını da bildirmişsem, bunu büyük insanların yüzünden yaptım. Bu insanlar rakamlardan hoşlanırlar. Onlara yeni bir dosttan söz ederseniz, asıl önemli olan şeyleri sormazlar size; hiçbir zaman “Sesinin tonu nasıl? En çok sevdiği oyunlar hangileri? Kelebek koleksiyonu yapar mı?” diye sordukları olmaz, “Kaç yaşında? Kaç erkek kardeşi var? Kilosu ne kadar? Babası ne kadar kazanıyor?” diye sorar ve yalnızca o zaman onu tanıdıklarına inanırlar. (19)

- Bir gezegen biliyorum, orada bir Bay Kırmızı yaşıyordu. Hiç çiçek koklamamıştı. Hiç yıldız seyretmemiş, kimseyi hiç sevmemiş, toplama işleminden başka bir şey de yapmamıştı. O da senin gibi bütün gün yineleyip duruyordu: “Ben ciddi bir adamım! Ben ciddi bir adamım!” Ve gurundan yanına yaklaşılmazdı. Ama adam değil, mantardı! (29)

(…) Ne diyeceğimi bilemiyordum. Kendimi çok beceriksiz buluyordum. Ona nasıl yeniden kavuşacağımı, nerede ulaşacağımı da bilemiyordum… Ne kadar gizemli bir yer şu gözyaşı ülkesi! (30)

O zaman hiçbir şey anlayamamışım! Onu sözlerine değil, eylemlerine bakarak değerlendirmeliydim. Beni güzel kokulara boğuyor, bana ışık saçıyordu. Hiçbir zaman onu bırakıp kaçmamalıydım! O küçük hilelerin ardındaki sevgisini görmeliydim. Çiçekler öyle değişik ki! Ama ben o sıralar onu sevmeyi bilemeyecek kadar küçüktüm. (34)

- Hım! Hım! Dedi kral, eminim gezegenimde bir yerde yaşayan yaşlı bir sıçan var. Bu yaşlı hayvanı yargılayabilirsin. Ara sıra ona ölüm cezası verebilirsin. Böylece yaşamı senin adaletine bağlı olacaktır. Onu ölçülü harcamak için her defasında cezasını bağışlayacaksın. Çünkü ondan başka sıçan yok. (42)

- Kimsin sen? Dedi Küçük Prens. Pek de güzelmişsin.
- Ben tilkiyim.
- Gel benimle, oynayalım, öyle canım sıkılıyor ki…
- Seninle oynayamam. Evcil değilim.
- Ya! Özür dilerim, dedi Küçük Prens.
İyice düşündükten sonra ekledi.
- Evcil” ne demek?
(…)
- Bağlar kurmak mı?
- Elbette, dedi tilki. Sen benim için tıpkı yüz binlerce küçük oğlan çocuğu gibi bir küçük oğlan çocuğusun şimdi. Ve benim sana gereksinimim yok. Seninde bana gereksinimin yok. Ben de senin için tıpkı yüz binlerce tilki gibi bir tilkiyim. Beni evcilleştirirsen birbirimize gereksinimiz olur. Sen benim için dünyada tek olursun. Ben de senin için dünyada tek olurum.
- Anlamaya başlıyorum, dedi Küçük Prens. Bir çiçek var ki… Sanıyorum o beni evcilleştirdi. (67-68)

- Benim yaşamım çok monoton. Tavukları avlarım, insanlar da beni avlar. Tüm tavuklar birbirlerine benzerler, insanlar da öyle. Bu da biraz canımı sıkmıyor değil. Ama beni evcilleştirirsen yaşamım güneş gibi parlayacak, sevinçle mutluluğa boğulacak. O zaman tanıdığım tüm ayak seslerinden farklı bir ayak sesi duyacağım. Çünkü tanıdığım o ayak sesleri beni yerin altına kaçırtır. Senin ayak sesin beni inimden dışarıya çağıracaktır, bir müzik gibi. Hem sonra baksana! Orada, buğday tarlalarını görüyor musun? Buğdayın bana yararı yoktur. Buğday tarlaları bana bir şeyi anımsatmıyor. Bu da ne kadar üzücü! Ama senin saçların altın renginde. Beni evcilleştirirsen, bu ne kadar harika bir şey olur. Altın rengindeki başaklar seni bana anımsatır. Ve başaklarda rüzgarın sesini duymak hoşuma gider… (69)

Ertesi gün Küçük Prens yine geldi.
- Aynı saatte gelseydin daha iyi olurdu, dedi tilki. Sözgelimi öğleden sonra saat dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Vakit ilerledikçe, ben de kendimi o ölçüde mutlu hissederim. Saat dört oldu mu da kıpırdanmaya, kaygılanmaya başlarım şimdiden; mutluluğun değerini anlamışımdır! Oysa sen herhangi bir saatte gelirsen, yüreğimi gelişin için hazırlayamam… Bunun için gelenekler gerekiyor. (70)

- Günaydın, dedi Küçük Prens.
- Günaydın, dedi satıcı.
Adam susuzluğu gideren çok etkili haplar satıyordu. Haftada bir tane yutunca artık canınız bir şey içmek istemiyordu.
- Neden satıyorsun bunları? Diye sordu Küçük Prens.
- Zamanı çok ölçülü harcıyor insan bunlarla, dedi satıcı. Uzmanlar hesapladılar. Haftada elli üç dakika biriktiriyorsun.
- Peki bu elli üç dakikayı ne yapıyorsun?
- Canının istediğini…
“Benim,” dedi kendi kendine Küçük Prens, “Harcayacak elli üç dakikam olsaydı, yavaş yavaş bir çeşmeye doğru yürürdüm…” (76)

- Çölü güzelleştiren şey, dedi Küçük Prens, burada bir yerde bir kuyunun saklı oluşudur. (78)

- Bu suya susamışım, dedi Küçük Prens, ver de içeyim…
Neyi aradığını anladım!
Kovayı dudaklarına kaldırdım. İçti, gözlerini kapatarak. Bir şenlik kadar hoş içişi. Bu su bir içecekten çok çok farklı bir şeydi. Yıldızların altında yürüyüşten, çıkrığın ezgisinden, kollarımdaki güçten geliyordu. Bir armağan gibi, yürek ferahlatıcıydı. Küçükken noel ağacının ışıkları, gece yarısı duasının ezgisi, yüzlerdeki gülümsemenin tatlılığı aldığım Noel armağanının tüm ışıltısını oluştururlardı.
- Senin dünyandaki insanlar, dedi Küçük Prens, aynı bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar, ama yine de aradıklarını bulamıyorlar orada…
- Doğru, bulamıyorlar, dedim.
- Oysa, aradıkları şey bir tek gülde ya da biraz suda bulunabilir.
- Elbette, dedim. (80)

Tıpkı çiçek gibi. Bir yıldızda bir çiçeği seviyorsan, geceleyin gökyüzünü seyretmek ne hoştur! Tüm yıldızlar çiçek açmış gibidir. (86)

Yine güldü.
- Ve üzüntünü unuttuğunda (insan her zaman unutur üzüntüsünü) beni tanımış olduğuna sevineceksin. Hep dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte isteyecek canın. Ve kimi zaman gidip, öylesine, keyfince, pencereyi açacaksın… Dostların senin gökyüzüne bakarak güldüğünü görünce şaşacaklar. O zaman onlara diyeceksin ki: “Evet, yıldızlar beni hep güldürür!” Seni deli sanacaklar. Ben sana da pek güzel bir oyun oynamış olacağım… (88)

Küçük Prens – Antoine De Saint-Exupery – Mavibulut Yayıncılık 10. Basım

Hiç yorum yok: