(Payel Yayınevi – Birinci Basım)
(…) Uygarlığın yaşamın dayatmalarının baskısı altında içgüdülerin doyurulması pahasına yaratıldığını ve de uygarlığın büyük ölçüde durmadan yeniden yaratıldığına inanıyoruz; çünkü insan toplumuna her yeni giren birey bu içgüdüsel doyunumunu tüm toplumun yararına yenilemektedir. Bu kullanıma konulan içgüdüsel güçler arasında cinsel itkiler önemli bir rol oynarlar; bu süreçte onlar yüceltilmişlerdir – yani cinsel hedeflerinden sapmış ve toplumsal olarak daha yüce ve artık cinsel olmayan hedeflere yönelmişlerdir. Ama bu düzenleme kararsızdır; cinsel içgüdüler mükemmel olarak evcilleştirilmemişlerdir ve uygarlık işine katıldığı varsayılan her birey için onun cinsel içgüdülerinin bu işe katılmayı reddetme riski bulunmaktadır. Toplum, uygarlığı için cinsel içgüdülerin serbest kalması ve özgür hedeflerine geri dönmelerinden daha büyük bir tehdit bulunmadığına inanır. Bu nedenle toplum kuruluşunun bu kararsız kesiminin anımsatılmasını istemez. Cinsel içgüdülerin gücünün ayrımsanması ya da bireyin yaşamında cinsel yaşamının öneminin gösterilmesi konusuyla hiç ilgilenmez. Tersine eğitimsel bir görüş açısıyla, dikkati tüm bu düşünceler alanından uzaklaştırmaya başlamıştır. Ruhçözümsel araştırmanın bu sonucuna hoşgörü göstermemesinin ve dahası onu estetik olarak iğrenç ve ahlaki olarak kınanası ya da tehlikeli bir şey diye damgalamasının nedeni budur. (44- 45)
(…) Dil sürçmesi ürününün belki de kendi hedefini gözeten, tümüyle geçerli bir ruhsal eylem, içeriği ve önemi olan bir söz sayılmaya hakkı olduğunu. (55)
(…) Çok sık olarak sancılı bir kaza olan bir şey yitirmede kendimizin niyetli bir rol oynayabileceğimiz size inanılmaz gelecektir. (73)
(…)Henüz düşün uyaranın üstesinden gelişinin dinamik olarak nasıl olabildiğini bilmiyoruz ama görüyoruz ki aşağılayıcı bir biçimde söylendiği gibi düşler uykunun bozucuları değil uyku bozucularını defeden bekçilerdir. Hiç düş görmesek daha derin uyuyacağımızı sanırız ama bu yanlıştır; aslında düşler olmaksızın hiç uyuyamazdık. (142)
(…) Düşler, uykuyu bozan (ruhsal) uyaranları varsanısal doyum yöntemiyle defeden şeylerdir. (149)
Tüm ahlaksal bağlarından özgürleşmiş ego, uzun süredir bizim estetik yetiştirilmemiz tarafından lanetlenmiş ve ahlaksal çekincenin tüm gerekleriyle zıtlaşmış olanlar da içinde olmak üzere tüm cinsel arzularla da bütünleşecektir. (155)
İlk sırada düş görenin uyanıklık yaşamında bilmediği ve ayrımsamadığı simgesel bir anlatım biçimini emrinde bulundurduğu olgusuyla karşılaşıyoruz. (177)
(…) Çocuklar önce kendilerini severler ve ancak sonraları başkalarını sevmeyi ve kendi egolarından bir şeyleri başkaları için kurban etmeyi öğrenirler. Bir çocuğun en baştan beri seviyor göründüğü insanlar bile başlangıçta çocuk onlara gereksindiği ve onlarsız olmadığı için – yani yine bencilikten itkilerle – sevilirler. Ancak çok sonraları sevme itkisi kendini bencillikten bağımsız kılar. Bencilliği ona sevmeyi öğretmişti tümcesi sözcük olarak doğrudur. (211)
Aklıma aşk rekabeti geliyor, vurgulu olarak da öznenin cinsine yönelik rekabet. Daha küçük bir çocukken oğlan kendisine ait saydığı annesine yönelik olarak özel bir sevgi geliştirmeye başlamıştır bile; babasını biricik malvarlığını tartışan bir rakip olarak görmeye başlar. Aynı biçimde küçük bir kız annesini babasıyla arasındaki sevgi ilişkisini bozan ve kendisinin pekala doldurabileceği bir konumu işgal eden bir kişi olarak görür. Gözlemler bize bu tutumların ne denli erken yaşlara dek uzandığını gösterir. Onları “Oedipus karmaşası” diye adlandırıyoruz çünkü Oedipus söylencesi yalnızca biraz yumuşatarak oğulun konumundan doğan iki uç isteği gerçekleştirir: babasını öldürmek ve annesini eş olarak almak. Oedipus karmaşası az ya da çok şiddetli olarak gelişebilir, hatta tersine dönebilir; ama çocuğun cinsel yaşamında düzenli ve çok önemli bir etmendir ve onun etkisini ve onu izleyen gelişmeleri küçümsememiz abartmamızdan daha tehlikelidir. (214)
İlk ve en önemli olarak çocukların bir cinsel yaşamları olduğunu yadsımak ve cinselliğin yalnızca erinlikten sonra cinsel organların olgunlaşmasıyla başladığını varsaymak bağışlanmaz bir hatadır. (215)
(…) Her şey birbiriyle çok derinlemesine bağlantılı olduğu için insanın benzer doğada başka şeylerle ilgilenmeksizin bir şeyin doğasına derinlemesine girebileceğini varsaymak olanaksızdır. (230)
(…) Ruhçözümsel sağaltımın görevi şu formülle ifade edilebilir: onun görevi patojenik olarak bilinçdışı olan her şeyi bilinçli yapmaktır. (284)
İşitiğiniz gibi [s. 299] normal cinsel doyumun engellenmesinin bir sonucu olarak bir nevroz hastalığına yakalanmak olasıdır. Ama bunun gibi gerçek bir engellenme oluştuğunda gereksinim cinsel uyarımın bu anormal yöntemlerine taşınır. Daha sonra bunun oluşum yolunu öğreneceksiniz. [s. 343 v.d.] Ama her koşulda [normal cinsel akımın] bu “yan yol” unun geri-tutulmasının bir sonucu olarak sapık itkilerin, eğer normal cinsel doyum gerçek dünyada hiçbir engelle karşılaşmasaydı ortaya çıkabileceklerinden, daha güçlü olarak ortaya çıkmaları gerektiğini ayrıt edeceksiniz. (309)
(…) Ve sonra tüm bu sapıklık eğilimlerinin köklerinin çocuklukta olduğu, çocukların onların tümüne bir yatkınlığı olduğu ve onları kendilerinin gelişmemişliklerine denk düşen bir ölçüde gerçekleştirdikleri – kısaca, sapık cinselliğin kendi ayrı itkilerine ayrılmış abartılmış bir çocukluk cinselliğinden başka bir şey olmadığı – ortaya çıkt. (310)
(…) Ama gerçek apaçıktır: eğer bir çocuğun cinsel yaşamı varsa bunun sapık türden olması zorunludur; çünkü, birkaç belirsiz ipucu dışında, çocuklar cinselliği üreme işlevine dönüştüren şeyden yoksundurlar. (315)
Cinsel sapıklıklarla ilgili görüşümüzü tamamlamaktia için eklemem gereken başka bir şey var. Ne kadar kötü tanınsalar, ne kadar normal cinsel etkinlikle keskince ters düşseler de sakin bir değerlendirme şu ya da bu sapık çizgilerin normal insanların cinsel yaşamında ender olarak eksik olduğunu gösterecektir. İki üreme organı yerine iki oral erotojenik bölgenin bir araya gelmesinden oluştuğundan bir öpüşme bile sapık bir eylem olarak tanımlanmayı hak edebilir. Yine de kimse onu sapık olduğu gerekçesiyle reddetmez; tersine cinsel eylemi simgeleyen yumuşatılmış bir ipucu olarak tiyatro gösterilerinde kullanılmasına izin verilir. (..) Tersine, sapıklıkların özünün cinsel amacın uzanımlarında değil, üreme organlarının yer değiştirmesinde değil ama yalnızca bu sapıklıkların gerçekleştirildiği ve sonucunda cinsel eylemin üremeye hizmet amacının bir yana konulduğu dıştalamada yattığını çok daha açık olarak görmeliyiz. Sapık eylemler normal cinsel eylemin sergilenmesine hazırlayıcı ya da şiddetlendirici katkılar olarak görüldüğü sürece gerçekte hiç de sapıklık değildir. (321)
(…) Doyrulmamış bir libido için insanoğlunun ortalama olarak dayanabileceği bir sınır vardır. (345)
(…) Zihinsel aygıtın kendisine içeriden ve dışarıdan çarpan uyaran miktarlarının ve uyarılma toplamlarının yönetimi ve giderilmesi amacına hizmet ettiğini söyleyebiliriz. (…) Hazsızlıktan kaçınma görevi onlar için neredeyse haz elde etme görevi kadar önemli hale gelir. (…) haz ilkesinden gerçeklik ilkesine geçiş Egonun gelişimindeki en önemli ileri adımlardan biridir. (355)
(…) Bir insan yalnızca eğer Egosu bir biçimde libidosunun yerini belirleme yeteneğini yitirirse nevroz hastalığına yakalanır. (383)
Ruhçözümlemesinin bir bilim olarak nitelenmesini sağlayan şey onun ele aldığı malzeme değil ama çalıştığı tekniktir. Nevrozların kuramına olduğu gibi, bundan hiç de daha az olmayan biçimde uygarlık tarihine, din bilimine ve mitolojiye temel doğasını bozmadan uygulanabilir. (385)
(…) Anksiyete duygusu durumunda onun hangi eski izlenimi yinelediğini bildiğimize inanıyoruz. Ölümcül bir tehlikenin etkilerinin prototipi haline gelmiş ve o zamandan beri anksiyete durumu şeklinde tarafımızdan yinelenen, hazsızlık duyumsamalarının, boşalım itkilerinin ve bedensel duyumların bir bileşiminin ortaya çıktığı yerin doğum eylemi olduğuna inanıyoruz. Kan tazelemesinin (rahim içi solunum) kesilmesine bağlı olarak uyarılmada meydana gelen büyük artış o zamanki anksiyete deneyiminin nedeniydi; dolayısıyla ilk anksiyete toksit bir anksiyete idi. (393)
(…) Son olarak, cinsel içgüdülerin anksiyetenin duygusal durumuna Ego içgüdülerinden daha sıkı biçimde bağlı olduğunu bulmuş gibiyiz. – yalnızca tek bir önemli açıdan eksik görülen sonuç. Bu nedenle bunu daha sağlam biçimde belirlemek için, gördüğümüz gibi, doyrulmamış libidonun anksiyeteye dönmesi en çok bilinen ve en sık gözlenen görüngüler arasında iken açlık ve susuzluk (iki en temel kendini koruyucu içgüdü) doyrulmadığında sonucun aşla onların anksiyeteye dönüşümü olmadığı biçiminde ki daha önemli olguyu ileri süreceğim. (408)
Çocuklarda ortamlar ilişkin ilk fobiler karanlık ve yalnızlık fobileridir. Bunlardan ilki sıklıkla yaşam boyu sürer; çocuk kendisine bakan, sevdiği bazı kişilerin – yani annesinin- yokluğunu duyumsadığında ise her ikisi de. Yan odadayken karanlıktan korkmuş bir çocuğun “Teyzeciğim, konuş benimle! Korkuyorum!” diye bağırdığını duydum. “Neden? Bunun ne yararı olacak? Beni göremezsin.” Çocuk bunu şöyle yanıtladı: “Eğer birisi konuşursa daha aydınlık oluyor.” Böylece karanlıkta duyumsanan bir özlem bir karanlık korkusuna dönüştürülmüştür. (403)
(…) Böylece yavaş yavaş nesnelere ilişik bulunduğumuz ve bu nesnelerle bağlantılı olarak doyum elde etme çabasının bir anlatımı olan libidonun nesneleri bırakabileceği ve onların yerine öznenin kendi egosunu koyabileceği kavramıyla tanıştık ve bu kavram giderek daha tutarlı biçimde gelişti. Libidonun bu biçimde yerleşimi için kullanılan adı –“narsisizm”- Paul Nacke [1899] tarafından tanımlanan, bir yetişkinin kendi bedenine genellikle bir dış cinsel nesneye uygulanan biçimde tüm okşamalar ve sevmelerle yaklaştığı, bir sapıklıktan ödünç aldık. (411)
Burası iki noktaya dikkat çekmek için uygun bir yer. İlki; narsisizm ve bencillik kavramları arasında nasıl bir ayrım yapıyoruz? Ben narsisizmin bencilliğin libidinal bir tamamlayıcısı olduğuna inanıyorum. Bencillikten söz ettiğimiz zaman yalnızca bireyin avantajını göz önüne alıyoruz; narsisizmden söz ettiğimiz zaman onun libidinal doyumunu da hesaba katıyoruz. Pratik güdüler olarak ikisi de oldukça uzak bir noktaya dek ayrı ayrı izlenebilirler. Libidinal doyum nesneyle bağlantılı olarak Egonun gereksinimlerinin bir kısmını oluşturduğu sürece kesin biçimde bencil olmak ama yine de güçlü nesne – yüklerini sürdürmek olasıdır. Bu durumda bencillik, nesne için çabalamanın Ego için bir zararı içermemesini güvence altına alacaktır. Bencil ve aynı zamanda aşırı narsistik olmak – yani, bir kez daha, ister doğrudan cinsel doyum amacı için, ister “aşk” adı altında “kösnüllük” le çelişkiliymiş gibi düşünme alışkanlığında olduğumuz cinsel gereksinimden türemiş daha üst düzey esinlenmelerle bağlantılı olarak, bir nesne için çok az gereksinim duymak - olasıdır. Tüm bu bağlantılarda narsisizm değişken öğe iken bencillik açık ve durağandır. Bencilliğin karşıtı özgecilik bir kavram olarak, libidinal nesne-yüküyle çakışmaz ama cinsel doyum özlemlerinin eksikliği ile ondan ayrılır. Bununla birlikte insan tamamen aşık olduğunda özgecilik libidinal nesne-yüküyle yakınlaşır. Cinsel nesne, kural olarak Egonun narsisizminin bir kesimini kendisine çeker hale gelir. Eğer, ek olarak bencilliğin cinsel nesneye özgeci bir dönüşümü söz konusuysa nesne aşırı güçlü hale gelir; sanki Egoyu yutar. (413)
(…) Önüne “artı” yerine bir “eksi” işaretiyle de olsa karşı koymanın en az boyun eğme kadar bağımsızlığa işaret etmesi gibi, düşmanca duygular da en az sevecen duygular kadar duygusal bir bağın belirtisidir. (437)
(…) Eğer bir bıçak kesmezse iyileştirmek için de kullanılamaz.