Cuma, Ekim 07, 2005

Psikanaliz Üzerine (Ruhçözümlemesine Yeni Giriş Konferansları)


(...) Sözlük anlamındaki düş'e bir düş'ün metni, görülen düş ve sanki onun arkasında aradığımız şeye de gizli düş düşünceleri diyeceğiz. İşte bu andan başlayarak işimiz ancak şu olacaktır: Görülen düş'ü gizli düşe çevirmek ve düş görenin psişizmi üzerinde tersine bir oluşumun nasıl olabileceğini açıklamak. (25)
(...) Yani, düş göreni, onu dahi, görülen düşün doğurduğu izlenimi önemsememeye, dikkatini düşün içindeki türlü öğeler üzerine yöneltmeye ve bu parçaların doğurdukları çağrışımları kendilerini gösterdikçe, bize bildirmeye çağırıyoruz. (26)
(...) Yine ekleyelim ki, mitolojik temalar düş yorumuyla açıklanabilmiştir. (41)
Düş, bir isteğin gerçekleşmesidir diyoruz; eğer, sayılıp dökülen son itirazları yine de hesaba katarsanız, düşün bir isteği gerçekleşmesi girişimi olduğu sonucunu çıkarmamız gerekir. (45)
(...) Çünkü gizliciliğin kapalı amaçlarından birinin, bilimsel düşüncenin ilerlemesiyle tehdit edilen dinin yardımına koşmak olduğundan kuşkulanıyoruz. (51)
Ben içinde ayırt etmeye başladığım özel dayatma, diyebilirimki yalnızca vicdandır. Bununla birlikte bu dayatmanın bağımsız olduğunu düşünmek, vicdanın Ben'in işlevlerinden biri olduğunu kabul etmek daha ihtiyatlı olur. Vicdanın eleştiri çalışması için kesinlikle gerekli olan kendi kendini gözlem ise başka bir işlevdir. Ve uygun düştüğü gibi, insanın içinde bir şeyin var olduğunu belirtmek ve ona bir ad vermek isteniyorsa bundan böyle Ben'deki bu dayatma: “benüstü” diyeceğim. (80)
(...) Herkes küçük çocuğun ahlak dışında anormal olduğunu bilir; onda hiçbir iç yasaklama kendisini zevke doğru götüren dürtülere karşı durmaz. Daha sonra benüstünün oynadığı rol, ilk önce bir dış güce, ana-babanın otoritesine düşer. Ana-babanın etkisi, sevgi gösterme ve cezalandırma tehdidinde bulunma yolu ile yapılır. Cezalar çocuk için sevginin geri alınması, esirgenmesi anlamını taşır ve çocuk bunun için cezalardan çok korkar. Bu gerçek korku gelecekteki vicdan korkusunun öncüsüdür ve egemenliğini yürüttükçe benüstünden ve vicdandan söz açmanın yeri yoktur.
Daha sonra, yalnız, ikinci derecedeki durum, yani normalmiş gibi kabul etmeye pek eğilimli olduğunuz durum kurulacaktır. Dış engel bir kez içe girdi mi benüstü ana-baba diretmesinin yerini alır. Eskiden onların gözetlemesi, yönetmesi tehdit etmesi gibi çocuğu gözetler, yönetir, tehdit eder. (82)
(...) Öyleyse şu belirtmelerle yetineceksiniz: Bu sürecin temeli özdeşleşme denilen bir şey yani Ben'in yabancı bir Ben'in kimliğine girmesidir; birinci Ben bazı görüş noktalarında öbürü gibi davranır, ona öykünür ve onu kısmen kendisine mal eder. (83)
Aşağılık duygusunun ciddi erotik kökleri vardır. Çocuk sevilmediğini farkedince kendini aşağı hisseder, yetişkinler için de bu böyledir. Gerçekten aşağı olarak kabul edilen tek organ tamamlanmamış penisle küçük kızın klitorisidir. Fakat aşağılık duygusunun başlıca nedeni Ben'le benüstünün ilgisinde aranmalıdır; bu duygu suçluluk duygusu gibi her ikisi arasındaki bir gerilimi belirtmekten başka bir şey yapmaz. Zaten aşağılık duygusunu suçluluk duygusundan ayırt etmek de kolay değildir. Belki aşağılık duygusunu ahlaksal aşağılık duygusunun erotik bir tamamlayıcısı olarak kabul etmek uygun olur. Psikanalizde bu kavramların sınırlanması sorunu ancak pek az dikkat etmiş bulunuyoruz. (85)
Çocuğun benüstü, görüldüğü gibi, ana-babalarının hayallerine göre değil de, bunların benüstü'lerinin hayallerine göre oluşmaktadır. Aynı kapsamla, dolmakta, geleneğin böylelikle, kuşaklar boyunca yaşayabilmiş değer yargılarının temsilcisi olmaktadır.
(...) Bu akla yakındır; çünkü materyalist denilen tarihsel yorumlamaların büsbütün doyurucu olmayışı bu etkene gereken ilgiyi göstermemelerindendir. İnsanların “ideolojileri”nin bugünkü ekonomik koşulların sonuçlarından ve üst yapısından başka bir şey olmadığını ileri sürerek onu uzaklaştırırlar. Bu gerçektir. Fakat hayır, kuşkusuz tam gerçektir. İnsanlık yalnız şimdiki zamanda yaşamaz; geçmiş, ırkın ve halkların geleneği benüstünün ideolojilerinde yaşarlar. Bu gelenek ancak ağır ağır şimdiki zamanın ve değişmelerin etkisine uğrar ve benüstü boyunca işledikçe, insanlığın yaşamında ekonomik koşullardan bağımsız önemli bir rol oynar. (87)
Konuma dönüyorum. Ben ile benüstünün kendileri bilinçli midirler, yoksa bilinçli olan yalnız onların ürünleri midirler? Önünde bocaladığımız iki şık budur. Biz sorunu birinci varsayımdan yana yargıladık. Evet, ben'in ve benüstünün büyük bölümü normal olarak bilinçsiz kalabilir ve kalmaktadır; özne onların içindekilerin hepsinden habersizdir ve onları tanıması için büyük bir çaba gereklidir. (90)
Onu bir yandan beden içinden baskısını açıp çıkarmakla, onda psişik anlatımı bulan dürtüsel gereksinimleri toplayarak canlandırıyoruz, ama bedenin hangi bölümü üzerinde olduğunu söyleyemiyoruz. “Şu” [id] dürtülerden başlayarak enerji dolar, fakat hiçbir düzen hiçbir genel irade göstermeyerek... Yalnız haz ilkesine uyarak dürtüsel gereksinimleri doyurmaya gider. “Şu” içinde geçen süreç, mantık yasalarını dinlemez; ona göre gelişme ilkesi sıfırdır. Orada aykırı heyecanlar birbirine aykırı düşmeden, biri öbürünü çıkarıp atmaksızın yaşarlar.
Üstelik hepsi de egemen olan ekonomik baskısının altında enerjiyi uzlaşma kurulmasına doğru çevirmek için yarışırlar. “Şu” içinde hiçbir şey olumsuz gibi görünmez. Filozofların pek sevdikleri, ona uyarak zaman ve mekanı psişik eylemlerimizin zorunlu şekilleri kabul ettikleri postülanın burada eksik bulunduğu da hayretle görülür. “Şu” içinde, hiçbir şey zaman anlayışına karşılık vermez, zamanın akışına işaret eden bir şey yoktur. (94)
Bundan dolayı, Ben'in görevini yapmakta sık sık başarısızlığa uğramasında şaşılacak bir şey yoktur. Bu üç despot: dış dünya, benüstü, Şu'dur. Her üçüne karşı haktanır görünmek ya da daha çok onlara boyun eğmek için Ben'in giriştiği çaba göz önüne alınınca, insan Ben'i kişileştirmiş olmaktan ona kendine özgü bir varlık tanımış olmaktan esef duymaz. O üç yandan sıkıştırılmış, üç ayrı tehlike tarafından tehdit edilmiş duyar kendini; bundan dolayı onlara karşı bunaltı doğurmakla tepki gösterir. (97)
Hiç değilse psikanalizin tedavi edici çabalarının tam bu noktaya uygulandığını kabul ediyoruz. Niyetleri Ben'i kuvvetlendirmek, onu benüstünün karşısında daha bağımsız kılmak, onun algı alanını genişletmek ve Şu'nun yeni parçalarına uyabilmek için organizmasını değiştirmek değil midir? (99)
(...) Doyrulmamış libidonun doğrudan doğruya bunaltıya döndüğünü söyleyebileceğimi sanıyorum. (103)
(...) İnsanın korktuğu şey, elbette kendi libidosudur.
Demek ki nevrotik korku iki noktada gerçek korkudan ayrılmaktadır: Önce tehlike içte olduğundan ve sonra da nevrotik korku bilinçli olmadığından dolayı... (105)
İçgüdülerin koruyucu olduklarını öğrendik, bize kendi kendini yıkmayı anlatmak için bu kavram nerden yardım görecektir? Koruyucu içgüdü hangi eski duruma geri dönmek istemektedir? Karşılığı basittir ve bize geniş ufuklar açmaktadır. Yaşamın düşünülemeyecek ölçüde uzak bir geçmişte, düşünemeyeceğimiz bir biçimde, cansız bir varlıktan doğduğu gerçekse, o zaman bizim varsayımımıza göre amacı bir kez daha yaşamı yok ederek nesneleri inorganik duruma dönüştürmek olan bir içgüdünün de bulunması gerekir. Bu içgüdüde, varsayımımızdaki kendi kendini yıkmayı da bulursak, o zaman bunu her türlü canlı sürecin içinde bulunan ölüm dürtüsü'nün belirtisi olarak kabul edebiliriz. (127)
En sonunda, bilim size, beklenmedik ve duygularımızdaki karışıklığı atmaya pek yarayan bir olguyu öğretiyor. Erkeklik aygıtlarından bir kısmının kadında, kadınınkilerin de erkekte bulunduğunu gösteriyor. Bu olgudan, sanki birey açıkça dişi ya da erkek değilmiş gibi bir çiftcinsellik ortaya çıkarıyor. Fakat aynı zamanda var olan bu iki karakterden biri daima öbürüne üstün bulunmaktadır. (135)
İşte böylece, psikolojinin bile kadınlığın gizlerinin anahtarlarını bize vermediğini öğrenmeye hazırsınız. (137)
(...) Oysa, insanın yaptığı ya da yarattığı şeylerden hiçbiri, psikolojinin yardımı olmadan anlaşılamayacağından, psikanalizin kullanılması birçok bilimler, özellikle ruh bilimleri arasına kendini kabul ettirdi, yeni çalışmalar, yeni araştırmalar doğurdu. (169)
(...) Bir işaret bize bu araştırmalarda yolumuzu bulmamıza olanak verecektir. Yaratıcı tanrı “Baba” diye adlandırılmıştır. Psikanaliz bunun vaktiyle küçük çocuklara görünmüş olduğu gibi görkemli bir baba olduğu sonuçlamasını çıkarmıştır. İnanan kimse, dünyanın yaratılışını kendi doğumuna benzetme yoluyla tasarlar.
O zamandan başlayarak avutucu vaatleri ve ahlakın sert isteklerini kozmogoniye iliştiren bağ ortaya çıkar. Çocuğun yaşamını borçlu olduğu kişi de, baba da, (ya da daha doğru olarak baba ile annenin kurduğu ana-babalık dayatması) varoluşun bin türlü tehlikesiyle karşı karşıya olan çocuğu gözetmiştir; böylece korunan küçük varlık kendini güven içinde duymuştur. Yetişkin hale gelince insan, kendi artan kuvvetini anlar, ama karşı karşıya bulunduğu yaşamın bütün tehlikelerini bilir, iyice düşünüp taşındıktan sonra da kendini çocukluğundaki kadar güçsüz, o kadar zavallı sayar. Evrenin karşısında her zaman için sadece bir çocuktur. O zaman küçükken yararlanmış olduğu o korumandan vazgeçmek istemez. Bununla birlikte, babasının da ancak pek az güce sahip olduğunu, onun, önce hayal ettiği pek üstün varlık olmadığını erken anlayarak, eskiden fazla değer verdiği babanın hayaline geri döner, onu “hal” de ve gerçekte yerleşen bir tanrı yapar. Anının duygusal gücü, kendini korunmuş hissetme susamışlığıyla, uyuşup, birlikte, inancın nedeni olurlar. (189)
Bir gün zeka – bilim zihniyeti, akıl – insanların psişik yaşamında diktatörlüğü başarabilsin! Bizim en ateşli dileğimiz budur. (197)

Sigmund Freud
Say Yayınları