Günler koptu. Artık geceleri bir ölüm akıyor sokaklara. Kentin evlerinin aralıklarına doluyor. Boğuluyoruz. (15)
İktidardaki egemen sınıf ve benim toplumdaki düzen her gün sayısız kez benim ve benim gibileri vazgeçmeye ve bizi kendisi gibi olmaya zorladı. Ben bir kezinde aklımı yitirdim, ama kendimi yeniden kendi elime geçirdiğimde daha da zor yenilebilir durumdayım. (31)
Birdenbire çok yorulduğumu, taşıyamayacağım kadar yaşantı üslendiğimi ölürcesine algıladım. Kitapsız, sanatçısız, tartışmasız bir yaşamın özlemi sardı benliğimi. (34)
Mayakovski’nin aşk özlemi, aşkın kendisine aşık olmak, tutulmak olduğunu tüm mektupları kanıtlıyor. Özellikle son mektubu. Tutulmak, bağlanmak istediği kadar bağlıdır. Aslında gerçek tutku. (34)
Yaşamımın annemin ve babamın yaşamıyla bir ilintisi olmadığını düşünüyorum. Bir ana ve babadan olma değilim. Bir yaban otu gibi Anadolu yaylasında bittim. Doğumum bile bir kökünden kopma idi. Köklerimi hiç aramadım. İçerisinde severek yaşayabileceğim. Arka dünyalardan kopma köklerim olabilirdi. Annem ve babam gibi, tüm kentler, ülkeler, günler, geceler, her gökyüzü de yabancı kaldı bana. İnsanlara daha fazla yaklaştıkça bu saydıklarımdan daha fazla uzaklaşıyorum. Gökyüzünden, onun ışıklarından, gün batımlarından, karanlıklardan ve bulutlardan, kendi çıktığım karanlığa ulaşıncaya kadar onlardan uzaklaşacağım. (44)
Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku… Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur – artık hiçbir yerdesin. (47)
Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum. (48)
Yalnız yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum. (52)
Onun, onun ve onun ve onların yitirdikleri, temelinde benim değil, kendi yaşamları.
(…)
Babam ölemiyor, çünkü yaşamaya başladı.
(…)
Kırk yıldır düşündüğüm halde, düşünmeye zamanım olmadığı duygusundayım. (52)
(…) Artık beni benden alsınlar. (55)
Yaşadığım anların, onları yaşarken anıya dönüştüğünü algılar, onları yaşarken anılaştırırdım. Sonra bunu en güzel biçimde Savinio’da okudum: “Yaşanan an da anı olacak.” (59)
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir. (61)
(Kalanlar - Tezer Özlü YKY)
Almanya'da Duisburg'ta, Beyoğlunda Asmalı Mescit'te, Kurtuluş'ta son durakta, Mecidiyeköy'de, Fatih'te hep aynı sokaklarda gezindik. Beraber Pavese'yi okuduk, Mozart' dinledik. "Yalnız değildik." Sen yazdığında ben okuduğumda hep aynı duyguların izini sürdük satırlarda. Bir tek zamanla uyuşamadık. Sen "gamlı prensesim", "Yaşamın Ucuna Yolculuk" tayken ben "Çocukluğumun Soğuk Geceleri" ni yaşıyordum.
G.E.
G.E.