Pazartesi, Ağustos 29, 2005

Korkuyu Beklerken



(...) Garip kaderime gülümsedim; ayanaya bakarak tabii. Tatlı bir gülümseme. Eski neşemi kaybetmediğimi göstermek için. Sonra durgunlaştım. Neden? Unuttum. Dur, hayır; unutmadım. Yalnız kaldıkça, yalnız kalmaktan korktukça... Aynadan uzaklaştım; fakat, bilmiyordum, böyle bir düşünceydi. Köpekler sinirimi bozdu, şimdi kendime gelirim. Buldum: Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor. Bu sefer gerçekten gülümsedim işte. Her şeyimi kaybetmedim daha; çıkmayan candan ümit kesilmez, havlayan köpek ısırmaz. Hay allah kahretsin!



(...) Geç kalmıştım. Burada paslanıp gidiyordum; hafızam paslanmaya başlamıştı bile. Yalnızlık, hafızayı zayıflatıyordu. Elbette! Kimseyle konuşmuyordum ki. Sonunda, bakkal çırağıyla konuştuklarım dışında her şeyi unutacaktım. Konuşmalıydım, bağırmalıydım, öğrenmeliydim. Mektupla doktora yapmalıydım; mektupla doçent, mektupla profesör olmalıydım. Resim bilgimi, genel kültürümü mektupla ilerletmeliydim. Mektupla bir üniversiyete öğretim üyesi olmalıydım; belki bir süre sonra da mektupla üniversitede ders vermeye başlamalıydım. Her şeyden önce konuşmalıydım. Ayağa kalktım. Hemen başlamalıydım, bir şeyler söylemeliydim. Konuşmayı unutmak üzereydim. Kendimi anlatmalıydım. Kendimi göstermeliydim. Bir yerlere başvurmalıyım.


Muhterem efendim, acaba bir gün, bu acıklı şeyleri yüzyüze konuşabilecek duruma gelebilecek miyiz – insanlığın durumu gelebilecek mi? - demek istedim. Daha iyi olabilecek miyim? Demeye dilim varmıyor, buna cesaret edemiyorum. Çünkü, denedim efendim, olmadı. Sözünü ettiğim mutsuz sevişme gününden sonra bu kadına karşı kendimi alçaltmayı denedim. Her gün aradım onu – ne yazık ki, başkaları gibi durmadan yeni şeylerle uğraşacak bir düzenim yok. Yani, demek istiyorum ki, bu kadını hiç olmazsa bir hafta filan aramayacak kadar küçük bir uğraşım olsaydı. Çünkü, efendim, anladı sonunda kendisinden başka ilgilenecek bir şeyim olmadığını. (O sıralarda köpeğim bile yoktu, biliyorsunuz.)




(...) Hayri'nin heyecanı başkaydı: “Davamızı daha selametle yürütmek için bir parti kurmalıyız,” diyordu; “Ben şimdiye kadar parti davasına çok çalıştım, üstelik hep alt kademelerde bulundum.” Tuğrul, kendilerinin bir şeye karşı olduklarını, bu amaçla bir parti kurmanın zor olacağını belirtmeye çalıştı. “Bir şeyden yana değiliz ki Hayri,” dedi hüzünle, “Bir parti kuralım.” Şoför Hayri şiddetle içini çekti: “Ah bir olabilseydik ağabeyciğim, biz de bir şeyden yana olabilseydik.” Tuğrul, “Ya da bir şeyler bizden yana olsaydı,” diye tamamladı.




(...) Bir mektup yazmak istiyordum, ama adres bilmiyordum. Yani hiçbir adres bilmiyordum. Buna inanmazlardı, bunun için utanıyordum. Bana herhangi bir adres söyler misiniz? Diyemezdim. Oysa herhangi bir adres yeterliydi benim için.




Ben buradayım sevgili okuyucum, sen nerdesin acaba?

Oğuz Atay

Hiç yorum yok: